<%@ Language=JavaScript %> Lunapark

Click on the pictures to enlarge them.

En son ne zaman bir lunaparka gittiniz? Bir zamanlar Hindistan’da rahipler gökle yeryüzü arasındaki ilişkiyi kurmak için büyük 

salıncaklarla sallanıyorlarmış. En son ne zaman bir salıncak sizi kentten uzaklaştırdı? Bu arada, “nerede o eski bayram yerleri” diyenleriniz de çıkabilir. Eski bayram yerleri İstanbul’u şenlikli bir kent yapacak kadar çokmuş. Sur içinde Karaman çarşısı boyu, Vefa Meydanı, Şehremini, Hastane çayırı, Edirnekapı, Unkapanı Meydanı, Yenibahçe, Sultanselim Meydanı, Aksaray, Yenikapı, Yedikule, Kadırga, Cinci Meydanı, Beyoğlu’nda Tophane Sahası, Çukurcuma, Sormagir, Beşiktaş’ta Ihlamur ve Maçka, Üsküdar ve Kadıköy’de Doğancılar, Haydarpaşa, Kuşdili ve daha niceleri... İstanbul’da bayram yerlerinin kurulmasına 1453’te fetihten sonra başlanmış olabileceği söyleniyor. Şu anda belli sayıda olan modern lunaparklar yerine o zaman her mahallenin 

uygun bir yerinde, küçük de olsa bir bayram yeri varmış. Uğur Göktaş’ın İstanbul Ansiklopedisi’nde de belirttiği gibi, buralarda dönmedolaplar, salıncaklar, atlıkarıncalar, hokkabazlar, ip cambazları, bu eğlenceli dünyanın aktörleriymiş. Bugün lunaparklarda gördüğümüz pamuk helvacıların, dondurmacıların yanında o zamanlar kuruyemişçiler, kuşlokumu, revani, elma ve horoz şekeri satanlar, şerbetçiler, muhallebiciler, macuncular, turşucular da bulunurmuş. O zamanın çocuklarının keyfini bir düşünün. Bir yanda dünyanın en güzel abur cuburları, diğer tarafta Eyüp oyuncakçıları. Ayrıca, bayram yerleri dışında büyükler için de çadırlar kurulur, kahveler, nargileler içilir, şarkılar, türküler söylenir, sazlar eşliğinde eğlenilirmiş.

İstanbul’daki bu bayram ortamı aslında 16. yüzyılda başlayan şenliklere kadar gidiyor. Topkapı yakınlarında Atmeydanı'nda başlayan şenlikler sonraları Haliç, Kağıthane, Okmeydanı ve Boğaziçinde de yapılmış. Bu şenliklerin, belki de en önemli yanı, o “fantastik” dünyanın her gün yaşanılan mekanın içinde kurulması. Nitekim, bugün de kentin çeşitli merkezlerindeki lunaparkların, onları çevreleyen dokuyla birlikte düşünüldüğünde ne kadar gerçeküstü mekanlar oldukları 

görülebilir. Osmanlı dönemindeki şenliklerin bir bölümü Ramazan ve Kurban bayramları gibi dini günlerde yılın belli günlerinde yapılırdı. Bazıları ise padişahın tahta çıkışı ya da şehzadelerin sünnet törenleri, sefer ya da zafer kutlamaları gibi sebeplerle düzenlenirdi. Bayram yerlerindeki eğlence araçları şenliklerde de özel olarak kullanılırdı. Şenlikler, mimarlık, dekor ve süsleme sanatçıları açısından hünerlerini gösterdikleri bir yerdi. Eski yapılar süsleniyor, büyük çadırlar kuruluyordu. Bu zamanlar manzum surnameler ve minyatürlerle kalıcı kılınıyordu.

Şenlikleri ve bayram yerlerini yazılı ve görsel olarak belgeleyen anlayış, yerini günümüz eğlence toplumunda anne ve babaların elindeki otomatik fotoğraf makinalarına bırakmış. Lunaparklar şaşkın çocuk yüzleri ve onların peşlerinden koşuşturan anne babalarla dolu.

Başımızı döndüren balerin, bizi evirip çeviren taşdevri kayıkları, çığlıklarımızla dönen gondol, gerçek yüzümüzü gösterirken bizi korkutan sihirli aynalar, Çakmaktaşlarla yaptığımız kısa tren yolculukları, içinden çığlıklarla çıktığımız korku tüneli, yeryüzüyle gökyüzü arasında kullandığımız arabalar ve daha nicesi kent ortasında kentle dalga geçer. Durduk yerde açmış devasa çiçekler, yerlere dizilmiş sigara paketlerine ulaşmaya çalışan çemberli eller, çarpışan arabada gördüğümüz dolmuş şoförü, büyük tırtıl, havada uçuşan korsan tekneleri, kolaylıkla ulaşılan oyuncak tüfekler, tabancalar bizi şaşırtmaz. Bir büyür bir küçülürüz lunaparkta, başımızı döndüren kadının eteklerinde oturur kente bir yakınlaşır bir uzaklaşırız.

At one time monks in India swung on large swings to form a link between earth and heaven. When did you last ride on a swing boat which carried you away from the city? Maybe some of you will sigh for the old fashioned funfairs which were set up on fairgrounds known as bayram yeri, or festival places. In the past there were such fairgrounds all over Istanbul, making the city a festive place indeed. Inside the city walls there were the Karaman Çarşısı, Vefa Meydanı, Şehremini, Hastane meadow, Edirnekapı, Unkapanı Meydanı, Yenibahçe, Sultanselim Meydanı, Aksaray, Yenikapı, Yedikule, and Yenibahçe funfairs; on the 

side of the Golden Horn were the Tophane Sahası, Çukurcuma, Sormagir, Ihlamur and Maçka funfairs; and on the Asian shore of the Bosphorus the Üsküdar, Doğancılar, Haydarpaşa, Kuşdili funfairs. And these were by no means all.

It is thought that Istanbul’s first fair­grounds date from after the Turkish conquest of 1453. Instead of the modern funfairs of today each district had its own, if tiny, fairground which came alive on religious and public holidays, with ferris wheels, swings, roundabouts, conjurers and tightrope walkers. Instead of the candy floss and icecream vendors of today, there were sellers of dried fruits and nuts, sweet pastries and cakes, toffee apples, cockerel shaped candies on sticks, sherbet (fruit drinks), milk puddings, spicy pastes, and pickles. Just think how the children of those times must have loved going there. Tents were set up on the periphery as makeshift cafés where the adults could drink coffee and smoke water pipes while being entertained by singing and music.

In the 16th century the sultans began holding public festivities on diverse occasions. Funfairs also had their part in these, which were at first held on the Hippodrome near Topkapı Palace, and later further a field at Kağıthane and Okmeydanı on the Golden Horn, and on meadows along the Bosphorus. They created a world of fantasy that was all the more appealing because it transformed places where people ordinarily spent their daily lives. Today’s funfairs similarly form a surrealistic warp in familiar surroundings.

In the past marty occasions became an excuse to hold funfairs. As well the major three and four day religious festivals of Ramazan        and Sacrifice, other religious holidays were celebrated in festive mood. Then there were celebrations of a new sultan’s accession to the throne, the weddings of royal Ottoman princesses and circumcisions of princes, the start of campaigns or victories. As well as funfair 

apparatus, scenery and decorations were set up which exploited all the skills of architects and artists. Old buildings were adorned and huge pavilion tents erected. Poets and painters recorded such royal celebrations in poetry and miniatures.

Today the poets and painters have been superseded by cameras wielded by agitated parents following their excited children as they race from ride to ride.

The ballerina who whirls us dizzyingly round, stone age style log canoes which swirl us about in artificial streams, gondolas which fly through the air as their occupants scream, magic mirrors which give us a strange feeling of anxiety as we look at our distorted selves, the ghost train where we screem again cars lifted high into the

air, and many more strange inventions mock the city in which they stand. Gigantic flowers sprouting from the gravel, twirling hands trying to grab packets of cigarettes arranged in rows on the ground, taxi drivers on the dodgem cars, a caterpillar undulating its way along an airborne track, pirate boats swinging this way and that in a convoluted circle and toy rifles and revolvers on the shooting range... Nothing has the power to surprise us here. At the funfair we grow larger and smaller by turn. Seated on the skirts of a woman who spins us wildly, we leave the city behind and return to it over and over again...

 

 

Nisan  Ana Sayfasına dönüş         Back to April Main Page