| Yatağından çıkarılan
            mermerlerle çevresindeki antik kentleri güzelleştiren Sodra Dağı’nın
            eteklerine kurulmuş Milas.
             Antik Çağda, Milas’ın da
            bulunduğu Büyük Menderes ile Dalaman Çayı arasında kalan bölge
            Kanalı'ların yönetimindeydi. Pers, Makedonya ve Slevkos
            egemenlikleninin ardından Roma’ya bağlandı. Bizans döneminde
            piskoposluk merkezi olan Milas, 13. yüzyılın sonunda Menteşe
            Beyliği’ne başkentlik yaptı. Şimdi de mağrur oluşu bundan
            olmalı. 
            
             “Tapınaklar şehri” Mylasa...
            Çeşitli sıfatlarla anılan Karialıların baştanrısı Zeus’a
            adanmış pek çok tapınak bulunurmuş Mylasa’da. Bu yüzden
            zamanın hac yeriymiş. George Bean “Kana” adlı kitabında nükteleri
            ile ünlü arpçı Stratonikos’un kentte verdiği resitale başlarken
            tapınaklanın çokluğundan etkilenerek, alışılagelmiş
            “insanlara kulak ver” sözünü bir kenara bırakıp “tapınaklara
            kulak ver” dediğini aktarıyor. Bugün, ne yazık ki, seslenini
            duyuramıyorlar artık. 
              
                |  |  
            
             Biz, Milas’a ulaşmak için
            Bodrum’dan yola çıktık. Bafa Gölü’nü geçtikten sonra
            etrafımız zeytin ağaçlarıyla sarıldı. Dağ taş alabildiğine
            zeytin ağacı. Ne de olsa dünyada kişi başına düşen zeytin ağacı
            yönünden ilk sırayı alan bölgedeyiz. Milas’ın girişinde
            bizi önce leylekler karşılıyor. Daha sonra kenti gezerken, kimi
            zaman bir tapınak kalıntısının tepesinde, ya da eski bir Milas
            evinin bacasında sık sık rastlayacağımız bir manzara bu.
            Binden, birbirinden renkli üç ev gözümüze çarpıyor.
            Masallardaki pasta evler gibi canlı renklenle sıvalı, pencere,
            balkon ve kapı demirleni beyaz boyalı bu evler çok iyi durumda.
            Önce, işte karşımızda ünlü Milas evleri diye düşünüyoruz.
            Oysa ki bu evler, 1930’larda Macar ve İtalyan ustaları tarafından
            yapılan Macar evleriymiş. 
              
                | 
 |  
            
             Dört gözle arandığımız Milas
            evleri ise kentin içinde, labirenti andıran daracık sokakların içinde
            gizli. Birbininin koluna girerek ayakta durmaya çalışan, hemen
            hemen tümü iki katlı, ahşap evlerin çoğu içinde oturulamaz
            durumda. 19. yüzyılda yapılan ve varlıklı ailelere ait olan bu
            evler yol üzerinde, kimi cumbalı, kimi çıkma katlı, kimiyse düz
            inşa edilmiş. Güneşi, ışığı ve rüzgarı en iyi şekilde
            alabilmek için. Bütün evlerin ortak yanı ise hemen dikkat çeken
            ilginç bacaları, pencere alınlıklarındaki ve kapılandaki süslemeleni.
            Bazı evlerin dışı çivit maviye veya sarıya boyanmış, renkli
            boyalarla süslenmiş. Ancak eskinin canlı mavisi şimdi hüznün
            mavisine dönüşmüş; pazar yerinde dikkatimizi çeken, belli ki
            zamanının en güzel evlerinden birinin son sakini yaşlı teyzenin
            gözlenindeki hüzne... 
              
                | 
 |  
            
             Pazar yeri ise kıpır kıpır,
            kalabalık, rengarenk. Her Salı kurulan Milas’ın pazarına
            turistler için tatil yerlerinden otobüsler kaldırılıyormuş.
            Buldan bezinden, yörede dokunan kumaşlardan hazırlanan masa örtüleri,
            yastık kılıfları, incik boncuklar, yazlık kıyafetler,
            hediyelik eşyalar bir tarafta, köylerden getirilen, ağız sulandıran
            taze sebzeler ve meyveler diğer tarafta.
            
             Terzilerin, kunduracıların,
            antikacıların, kavurmacıların, ciğercilenin küçük, ilginç dükkanlarda
            sıralandığı Arasta, Milas’ın sabit çarşısı. Buraya yakın,
            tipik bir Ortaçağ hanını görmek isterseniz Çöllühan’a uğramalısınız.
            Girişteki semerci ile karşısındaki atlara ve develere incik
            boncuk yapan dükkanı geçip avluya giriyorum. Yıkık dökük ahşap
            merdivenler üst kattaki terasa uzanıyor. Yukarıda kıl eğirip
            dokuyan bir atölye var. 1768’de Abdülaziz Ağa tarafından yaptırılan
            hanın teras korkuluklarından kıl kilimler ve renkli keçeler sarkıyor. 
              
                | 
 |  
            
             Milas’ın dünya çapındaki ünü
            ise kökboyayla, el eğirmesiyle hazırlanan halılarından ileri
            geliyor. Genellikle güneyindeki dağ köylerinde üretilen halılar,
            henüz tezgahtayken tüccarlar tarafından alınıp yurtiçine ve dışına
            satılıyor. Bu yüzden Milas içinde halı satan çok az dükkana
            rastlayabildik. Tarihi 17. yüzyıla uzanan Milas halılarını değerli
            kılan desenleri, kendine özgü pastel tonlardaki renkleri ve
            dokuma kalitesi. Daha çok kahverengi ve sarı arası tonların
            kullanıldığı halılarda şeftali kırmızısına, yeşil ve
            beyaza da rastlanabiliyor. Genelde geometrik desenler ve stilize
            edilmiş çiçekler kullanılıyor.
            
             Tarihi
            MÖ 1. bine dayanan ve çevresinde, aralarında Furomos, Labraynda,
            Herakleia, Beçin gibi önemli tarihi merkezlerin de bulunduğu 27
            antik kent tarafından kuşatılan Milas’da görülmeye değer pek
            çok yer var. Bunların başında da, dünyanın yedi harikasından
            biri olan Bodrum’daki Mausoleum’dan esinlenerek yapıldığı
            sanılan Gümüşkesen geliyor. MÖ 1. yüzyıl ile MS 2. yüzyıl
            arasında yapıldığı sanılan bu yapının en etkileyici yeri
            tavanı. Burayı görmek için görevliyi çağırıp açık sütun
            dizisiyle çevrili üst kata tırmanmak gerekiyor. Anıtın çatısı
            dışarıdan, birbirinin üzerine konan taşlarla gittikçe küçülen
            bir pinamite benziyor. O piramitin içerden bakınca tavana verdiği
            görüntü ise bambaşka. Tavan eskiden renkli olduğu düşünülen
            bitkisel ve geometrik motiflerle bezeli. Tabanda da, aşağıda
            yatan ölünün üzerine şarap dökülen huni biçimli bir delik
            var. 
              
                | 
 |  Günümüze hemen hemen bozulmadan
            gelen bir diğer yapı ise MÖ 1. yüzyılın sonunda inşa edilen,
            Mylasa’nın kuzey kapısı Baltalıkapı. Adını kilittaşı üzerinde
            bulunan, Kania’nın baştanrısı Zeus’u simgeleyen çift yüzlü
            baltadan alıyor. Hıristiyanlık devri başlarında, şehrin doğusundaki
            dağlardan getirilen su, kemerlerle bu kapıya bağlanırmış. Roma
            devrine ait su kemerlerinden günümüze kalanlar Beçin yolu üzerinde
            görülebiliyor.
            
             Tapınaklar şehri Mylasa’dan günümüze
            ulaşan tek tapınak Hisarbaşı mahallesinin doğusunda yer alan
            tepedeki Zeus Kanios tapınağı. Ayakta kalan ve Uzunyuya denilen
            tek sütunu, adı üstünde bir leylek yuvasına evsahipliği yapıyor. 
            
             Menteşe
            beyliği zamanından kalma Ulu Cami, yazın şu sıcak günlerinde gölgesine
            sığınabileceğiniz ağaçları, gülleri, zakkumları, adını
            bilmediğim, çoğunu yeni gördüğüm binbir renkli çiçeklerle süslü
            bahçesiyle Milas Müzesi’nin karşısında yer alıyor. Milas’ın
            bu en büyük camisinin çok ilginç bir mimari yapısı var. Yan
            duvarları büyük payandalarla desteklenmiş. Duvarlarında gördüğümüz
            çok sayıda antik malzeme, sütun başı, sütun kaidesi yazıtlar,
            sunak parçaları, çift yüzlü balta figürü Milas’da yaşayan
            kültürlerin bir yansıması sanki.
            
             Sodna Dağı’nın can verdiği yapılardan
            biri de 1394 yılında yapılan Firuz Bey Camii. Dış cephesi olduğu
            gibi mermerlerle kaplı caminin beni en çok etkileyen ve
            seyrederken huzur bulduğum yeri ise giriş portali. Mermerlerin üzerindeki
            işlemelerin her biri birbirinden farklı olmakla birlikte bir bütünsellik
            içinde. Hem burada hem de pencere üstlerinde mükemmel bir taş işçiliği
            ile kırmızı beyaz taş kullanılmış. 
            
             Tarihin her döneminde önemini
            koruyan Milas, bugün biraz ihmal edilmiş bir durumda olsa da yine
            eski günlerdeki popülaritesine döneceğe benziyor. Çünkü onun
            insanında, sokak aralarında, sakladığı çok değerli hazineleri
            var.  
            
                       |